MUT HAVA DURUMU
BİZE ULAŞIN 0324 774 2727 (Pbx)

Karacaoğlan

- +

Karacaoğlan

Makedonya’dan Türkmenistan’a kadar, oldukça geniş bir Türk coğrafyasında tanınan Karaca­oğlan; aynı zamanda hakkında en çok araştırma yapılan halk şairimizdir.
Böylesine geniş bir coğrafya da tanınmış olma, sevilmiş olma; sahiplenilmeyi, pay­laşma kavgasını da beraberinde getire­cekti.
İşte bu sahiplenme yüzünden, Karacaoğ­lan’ın yaşam hikâyesi içinden çıkılmaz, bi­linmezlerden arındırılamaz hale gelmiştir.
1836 da Avusturyalı tarihçi Hammer ile başlayan bu çalışma ve araştırma halâ da sürmektedir.
1980 yılı ortalarına kadar olan çalışmaları içeren ve Kültür Bakanlığınca yayınlanan Karacaoğlan bibliyografyasında; kaynak, makale ve kitap olarak 486 künye ve­rilmektedir. Bunların 10 tanesi, yabancı araştırmalara aittir.
Kültür Bakanlığınca yayınlanan bu Bibliyografyanın hazırlandığı tarihe kadarki bütün yayınları veya araştırmaları içerdiği söylenemez.
Üstelik o bibliyografyanın hazırlandığı tarihten bu yana, yani yirmi yıl içindeki makale, kitap ve kongre/sempozyum gibi etkinliklerde sunulan tebliğler yukarıda verdiğimiz 486 sayısına dahil değildir.
1918 Yılında Prof. Fuat Köprülü’nün tanıttı­ğı üç varsağı ile, Türk edebiyat çevresinde dikkatleri çeken Karacaoğlan’ın yaşadığı yüz yıl tartışması da başlamış sayılabilir.
Elli yılı aşkın bir süreyi kaplayan bu tar­tışmalar nihayet durulmuş ve bir mutaba­kat sağlanmıştır. Ve anlaşılmıştır ki birden fazla Karacaoğlan mahlasını kullanan şair gelip geçmiştir.
Bilinenler 16. yüzyılda yaşayan ve Belg­ratlı bir Karacaoğlan, 17. yüzyılda Orta Toroslarda yaşayan, Güneyli veya Büyük Karacaoğlan diye tanımlanan bir ikinci Karacaoğlan ve 19. yüzyılda yaşamış Yozgatlı Karacaoğlan.
Bana göre Güneyli Karacaoğlan ile aynı yüzyılda, İran Azerbaycan’ın da bir başka Karacaoğlan daha yaşamış olmalıdır.
Genellikle üzerinde durduğumuz ve Ana­dolu Halk şiirinde bir çığır açmış, bir ge­leneğin oluşmasına önderlik etmiş olan 17. yüzyılda yaşayan Güneyli Karacaoğ­lan’dır.
Karacaoğlan’ın gerçek yaşam öyküsü henüz istenilen açıklığa kavuşmuş değildir.
Bu konuda araştırmalar kaçınılmaz olarak tartışmalar devam edecek gibi görünüyor.
Yaşam öyküsünü karmaşaya döndüren şi­irler de bir seleksiyona tabii tutulmuş de­ğildir.
Biz bu konuda “II. Çukurova Halk Kültürü Bilgi Şöleninde” bir bildiri sunmuş ve Ka­racaoğlan adına ayıtlı şiirlerden gerçek yaşam öyküsünü çıkarmanın mümkün olup olamayacağını tartışmaya açmıştık.
Zira Karacaoğlan’ın gönül sultanı olan ve Karacaoğlan’a nispetinden dolayı Karaca­kız diye tanınan Yörük güzelinin gerçek kimliği henüz net değildir.
Bu konudaki bir araştırmamız, yayınlan­mak üzeredir.
Şimdilik oldukça netlik kazanan mezar konusunda müşterek kabul görünüyor.
Mut’un 60 kilometre doğusunda bulunan iki tepeden birisi Karacaoğlan, birisi de Karacakız adını taşıyor.
Karacaoğlan ile ilgili ilk araştırmayı ya­panların İshak Refet; Karacaoğlan’ın, öl­düğü zaman vasiyeti üzerine bir tepeye, sevgilisinin de karşısındaki tepeye gö­müldüğünü, bu tepelerin Karacaoğlan ve Karacakız tepeleri diye isimlendirildiğini, tepelerin Çukurova da bulunduğunu; Ga­ziantep bölgesinden yaptığı derlemelere dayanarak aktarılmıştı.
Sait Uğur; İshak Refet’in bu notuna biraz daha açıklık getirmiş ve bu iki tepenin Mut’un Çukur köyünde bulunduğunu yaz­mıştı.
Biz bu iki tespitten yola çıkarak, olayın ay­rıntılarını ve rivayeti bütünleştirecek baş­ka unsurları araştırmaya başladık.
Kırk yıla yakındır bu konudaki araştırma­larımız, bizi gerçeğe kavuşturdu.
Bu mezarın Karacaoğlan’ın gerçek me­zarı olduğu konusundaki bulgularımızı, 5. Uluslararası Türk Halk Kültürü kongresine bir bildiri ile sunduk.
Dayandığımız deliller Topoğrafik maddî unsurlar, Karacaoğlan’ın kendi dilinden verdiği bilgiler ve nihayet zaman içinde hiç değişmeyen geleneklerden ibaretti.
Halkımız, Halk şairi diye tanıdığımız veya tanımladığımız kişileri Âşık veya Hak aşığı diye tanımlar. Onlara, velilik mertebesine ermiş insanlar gözüyle bakar.
İşte Karacaoğlan da bu kutsal değerler arasına alınmış ve öldüğü zaman mezarı ziyaret haline getirilmiş. Yağmur duasına bu tepeye çıkılmış. Tepe’nin halk arasın­daki bir diğer adı da Erenler tepesidir. Ve mezarın bulunduğu tepenin adı “Karaca­oğlan tepesi” olarak tescil edilmiş. Bu ilk tescildir.
19.Yüzyılın sonlarına doğru harita ve paf­ta çalışmaları başladığı zaman tepenin adı; paftalara, halkın isimlendirdiği biçim­de “Karacaoğlan tepesi” ve “Karacakız Tepesi” olarak geçmiş. Bu ikinci tescil.
1962 Yılında Mut’ta başlatılan Karacaoğ­lan Şenlikleri Karacaoğlan’ı yeniden gün­deme getirdi. Ve 1973 yılında Çınaraltı Parkı’nda Prof. Hüseyin Gezer tarafından yapılan Karacaoğlan heykeli törenle açıldı. Bu heykel ilk Karacaoğlan heykeli olma­nın yanında, Türkiye de ilk Halk ozanı hey­keli olma gibi bir özellik taşıyordu.
Heykelin açılışını aynı zamanın Devlet Ba­kanı Celâlettin Coşkun yaptı. Bu üçüncü tescildi.
1975 Yılında Mut Belediyesi’nin girişimi ile üçer gün süreli İstanbul ve Ankara da düzenlenen Uluslararası Karacaoğlan Se­minerlerinin komite başkanlığını zamanın Başbakanı Prof. Sadi Irmak yaptı. Seminer münasebetiyle PTT Üzerinde Mut’taki Ka­racaoğlan heykelinin resmini taşıyan özel pul çıkardı ve ilk gün damgası uygulandı. Komite başkanlığını Başbakanın yapması, PTT’nin çıkardığı özel pulla filâtelist kata­loğuna girmesi Karacaoğlan konusunda dördüncü tescil idi.

Kültür Bakanlığının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kültür-Sanat ve Yayın Kurulu ve vilâyetinin katkılarıyla Karacaoğlan anıt mezarının ziyarete açılışını Kültür Bakanı İstemihan Talay yaptı. Bu da dördüncü tescil demektir.
Sonuç olarak Halk edebiyatı çevrelerinde müşterek kabule mazhar olan çalışmalarımızın dayanaklarının sağlam olması, Devletin Başbakanları ve bakanları tarafından heykel ve mezarın tescili mahiyetindeki etkinlikleri Karacaoğlan’ın mezar konusunu netliğe kavuşturmuştur.
Yaşam öyküsünü de, rivayetler ve Karaca­oğlan etrafında teşekkül etmiş hikâyelerin müşterek noktalarından hareketle açıklı­ğa kavuşturmak yolundaki çalışmalarımız sürmektedir.

Bu arada Karacakız’ın anıt mezarı da, adı­nı taşıyan tepe üzerinde Kültür Bakanlığı­nın ve Vilâyetin katkılarıyla tamamlanmış olup, açılış töreninin beklemektedir.

                                                                Sıtkı SOYLU

 

 

_________________________________________

Türk halk şairi.

Etkileyici bir dil ve duygu evreni kurduğu şiirleriyle Türk halk şiiri geleneğinde çığır açmıştır.

1606’da doğduğu, 1679’da ya da 1689’da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne ke­sin bilgi yoktur. Bugüne değin yapılan inceleme ve araştırmalara göre 17.yy’da yaşamıştır. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Bazıları Kozan Dağı yakınındaki Bahçe ilçesinin Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu söylerler. Bazıları da Osmaniye ili Düziçi ilçesinin Farsak köyünde doğduğunu söylerler. Gaziantep’in Barak Türkmenleri de, Ki­lis’in Musabeyli bucağında yaşayan Ça­vuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretle­rinden sayarlar. Bir başka söylentiye göre Kozan’a bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyün­dendir. Batı Anadolu’da yaşayan Karake­çili aşireti onu kendinden sayar. Mersin’in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin köylerinde, o yöreden olduğu ileri sürülür. Bir men­kıbeye göre de Belgradlı olduğu söylenir. Bu kaynaklardan ve şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova’da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasın­da yaşadığıdır.

Adı bazı kaynaklarda Simayil, kendi şiirle­rinden bazısında ise Halil ve Hasan olarak geçer. Akşehirli Hoca Hamdi Efendi’nin anılarına göre Karacaoğlan yetim büyü­dü. Çirkin bir kızla evlendirilmek, babası gibi ömür boyu askere alınmak korkusu ve o sıralarda Çukurova’da derebeyi olan Kazanoğulları ile arasının açılması sonucu genç yaşta gurbete çıktı. İki kız kardeşini de yanında götürdüğünü, Bursa’ya, hatta İstanbul’a gittiğini belirten şiirleri vardır. Yine bu şiirlerinden anlaşıldığına göre, Bursa’da ev bark sahibi oldu, evlat acısı gördü. Anadolu’nun çeşitli illerini gezdiği, Rumeli’ye geçtiği, Mısır ve Trablus’a gitti­ği de sanılıyor. Yaşamının büyük bir bölü­münü Çukurova, Maraş, Gaziantep yörele­rinde geçirdi.

Doğum yeri gibi, ölüm yeri de kesin olarak bilinmemektedir. Şiirlerinden, çok uzun yaşadığı anlaşılmaktadır. Hoca Hamdi Efendi’nin anılarına göre Maraş’taki Cezel Yaylası’nda doksan altı yaşında ölmüştür. En son bulgulara göre ise mezarının Mer­sin’in Mut ilçesinin Çukur köyündeki Ka­racaoğlan Tepesi’nde olduğu tespit edil­miştir. Buraya Kültür Bakanlığı tarafından 1997 yılında Anıt Mezar yapılmış ve ziya­rete açılmıştır.
Karacaoğlan Osmanlı Devleti’nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulun­duğu bir çağda yaşamıştır. Şiirinin kayna­ğını, doğup büyüdüğü göçebe toplumu­nun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur. Güneydoğu Ana­dolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretleri­nin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek âşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirir. Anadolu halkının 17.yy’da çektiği acılar, göçebe ya­şantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz.

KARACOĞLAN’IN ŞİİRLERİ

Karacaoğlan’ın kaç şiiri vardır? Bunların Hepsi zamanımıza değin gelebilmişler mi­dir? Bu sorulara da kesin bir karşılık vere­miyoruz.
Karacaoğlan’ın dilden dile çok geniş bir alana ya da bölgeye yayılan şiirlerinin tümü daha derlenebilmiş değildir. 17. yüz­yıldan sonra yazılan “Cönk’lerden ve halk ağzından yapılan ilk toplu derleme, Sade­nin Nüzhet Ergün (1901-1946) tarafından ilk kez 1928’de yayınlanmıştır. Bu ilk der­lemede 273 şiir yer almaktadır. Ergun’un 1969’da yirmi birinci baskıya ulaşan kita­bında şiir sayısı 472’ye yükselmiştir. Dr.
Müjgân Cumbur’un “Karacoğlan” adlı ki­tabında ise şiir sayısının 507’ye çıktığını görmekteyiz.
Görülüyor ki, yeni derlemelerle Karacaoğ­lan’a ait şiir sayısı günden güne artmak­tadır, öte yandan Karacaoğlan’a mal edilen bazı şiirlerin ise gerçekten ona ait olup ol­madığı da bir tartışma konusudur. Çünkü Karacaoğlan da tıpkı Yunus Emre, Pir Sul­tan Abdal gibi çağdaşlarını ve daha sonra yetişen pek çok şairi etkilemiş; şiirleri taklit edilmiş ya da şiirlerine benzek (nazire) ya­zılmış biridir. Başkaları tarafından söylen­miş ya da yazılmış bu tür şiirleri, Karacaoğ­lan’ın şiirlerinden ayırdetmek güçtür.
Karacaoğlan şiirlerinin derlenmesinde en güvenilir kaynak, kuşkusuz cönklerdir. Ne var ki, cönkler de temelde sözlü kaynaklara dayandığından derlenen şiirlerin birbirini tutmadığı, yazana ya da yazıldığı döneme göre değişik biçimler aldığı görülmekte­dir. Böylece aynı şiirin varyantları, ayrı ayrı şiirler gibi karşımıza çıkmaktadır. Kimi za­man da cönklere eksik geçmiş iki şiirden, yakıştırma ya da onarma (tamir) yoluyla bir şiir yapılmaya çalışılmaktadır.
Karacaoğlan’ın tanıtılmasında, şiirlerinin bulunup toplanmasında, yorumlanıp de­ğerlendirilmesinde, Cumhuriyetin ilk yıl­larından bu yana pek çok araştırmacının emeği vardır. Ama bunların içinde en büyük emek payını Ali Rıza Yalman (183- 1960), Sadettin Nüzhet Ergun (1901-1946) ve Cahit Öztelli (1910-1978)’ye ayırmak gerekir. Bu nedenle onları saygıyla anıyo­ruz.

ŞİİRLERİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ

Karacaoğlan “koşma”, “destan”, “türkü”, “semai” ve “varsağı” türünde şiirler söylemiştir. Bunlar, biçimsel yönden, geleneksel âşık edebiyatımızın en güzel örnekleridir.
Şiirlerde hece ölçüsünün 6 + 5=11 ve 4+4=8’li kalıpları kullanılmıştır.
Şiirlerde uyumlu bir ses örgüsü vardır. Bu uyumda, ustaca kullanılan sözcüklerin ve uyakların (kafiyelerin) büyük payı vardır. Bununla birlikte, Karacaoğlan’ın uyum sağ­lamak için zaman zaman yarım uyaklara ve rediflere başvurduğu görülür. Ayrıca, bu amaçla bazı şiirlerinde “Hey geri de deli gönül hey geri” / “Mestine de Kara­caoğlan Mestine” vb. gibi şiirin içeriği ile ilgisi olmayan dizeler (mısralar) ya da “he­zel”, “hezeli” gibi sözler de kullanmıştır.

ŞİİRLERİNİN DİLİ

Her halk şairi gibi, Karacaoğlan da şiirlerinde kendi yöresinin dilini kullanmıştır. Ne var ki, Karacaoğlan yöresel dili kullanıştaki ustalığı ya da yetkinliği ile öteki halk şairlerinden hemen ayrılır. Bu alanda, hiçbir şair, onun düzeyine çıkamaz.
Karacaoğlan’ın şiirlerindeki dil, Toroslar ya da Güney Anadolu Türkmenlerinin dili­dir. Bu dil, Arapça ve Farsça’nın etkileri­ne kapalı, sade, arı bir dildir. Göçebe bir yaşam biçiminin zengin deneyimleriyle beslendiği için, anlatım olanakları geniş­tir. Karacaoğlan, ustaca söyleyişi ile, içinde doğup yaşadığı bu Türkmen dilini daha da zenginleştirmiştir. Aşağıdaki deyişlerin halktan mı Karacaoğlan’a, yoksa Karacaoğ­lan’dan mı halk diline geçtiğini kestirmek güçtür:

 

“Bitmedik işlere Mevla ulaşa”

“Aşıklık da keman ile saz ile”

“Her şahinin avladığı baz olmaz”

“Kış gününde güller bitmez,

Bitse de bülbülü ötmez”

“Güz gününde av avlanmaz,

Yaz gününde at bağlanmaz”

“Devleti başında olan kişinin

Sevdiceği kendi ile birolur” vb.

 

Şiirlerinde arı bir dil kullanmış olan Kara­caoğlan’ın, çok seyrek de olsa, “sâki-i dev­ran”, “bezm-i gülistan”, “nazar-ı himmet” vb. gibi yabancı tamlamalar ya da kelime­ler kullandığını görüyoruz. Ama bunlar, aynı çağda (17.yy) yaşamış olan Gevheri ve Âşık Ömer gibi halk şairlerinin kullan­dıkları yabancı sözler yanında çok düşük kalır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Karacaoğlan’ın şiirleri, yabancı etkilere kapalı, bağımsız, sade halk dilinin en güzel örneklerini oluşturur. Türkçenin, doğal yapısı içinde korunup geliştirilmesinde Karacaoğlan’ın şiirlerinin büyük etkisi olmuştur.

ŞİİRLERİNİN KONULARI

Karacaoğlan’ın şiirleri, yaşamla sıkı sıkıya bağlıdır. Konular, hep yakın çevreden; ha­reketli, canlı göçebe yaşamından alınmış­tır. Karacaoğlan, bu yönüyle de öteki saz şairlerinden ayrılır; daha çok bir “dünya şairi” olarak çıkar karşımıza. İçe dönük ağır felsefi konularla pek ilgilenmez. İçin­de yaşadığı dünyayı algılamaya, yaşamın tatlı yanlarına eğilmeye çalışır. İyimser, hoşgörülü bir dünya görüşüne sahiptir.
Kimi şiirlerine bakılarak onu “uçan”, “çapkın”, “avare” bir saz şairi gibi değerlendirmek yanlıştır. Kişiliğini ve dünya görüşünü saptamaya çalışırken, bu tür yanılgılardan kaçınmak gerekir. O, gönül avutucu, bireysel şiirler yanında, çağına, içinde yaşadığı topluma tanıklık eden şiirler de söylemiştir.
Şiirlerinin büyük bir bölümünde “aşk” ve “doğa” temalarının işlendiği görülür.
Aşk; kimi halk ya da saz şairlerinde görül­düğü gibi soyut ya da mistik bir kavram değil, gerçek aşktır. Sevgili ya da sevgililer de öyledir; canlıdır, gerçektir. Eşe (Ayşe), Döndü, Döne, Düriye, Cennet, Elif, Esma, Emine, Hatice, Hürü (Huriye), Meryem’dir. Bu Türkmen güzelleri, onun şiirlerinde el ele tutuşmuş, halay çeker gibidirler…
Bu güzelleri tanımlayan, tasvir eden benzetmeler de gerçek yaşamdan alınmıştır: Kömür gözlü, sırma saçlı, ok kirpikli, ceylan bakışlı, ince sedef dişli, bal ve kiraz dudaklı, gül yüzlü, siyah zülüflü,
mor belikli, tülü maya yürüyüşlü, güvercin duruşlu, keklik sekişli, kumru sesli, yayla çiçeği kokuşlu, usul boylu, püskürme benli, kınalı parmaklı, kadife şalvarlı, şal kuşaklı, ala gözlü, gümüş halhallı…
Doğa’ya gelince, o da bütün renkleriyle, canlılığıyla yansır Karacaoğlan’ın şiirleri­ne: Dağlar ve yaylalar; karlı, gıcılı boranlı, etekleri ormanlı, çıplak tepeli, ala bulutlu, sulu sepkenli, mor sümbülü, yeşil ardıçlıdır… Bağlar; reyhanlı, san çiğdemli, lâleli, menevşeli, nergizli, tomurcuk güllüdür… Ovalar; kekik kokulu, çakır dikenli, kara çalılı ve yemyeşil otlarla bürülüdür… Yaz bahar aylan gelince, ılgıt ılgıt seher yelle­rinin estiği bu yemyeşil ovalarda ve yay­lalarda arap atları, top kara zülüflü tülü mayalar, akça cerenler, emlek kuzular, kınalı keklikler, çakır doğanlar, yavru sa­hanlar, telli turnalar, üveyikler, kırlangıçlar, turaçlar… oynaşırlar. Göllerinde sığınlar, ördekler, ağca kuğular yüzer; bahçelerin­de kumrular, garip bülbüller öter… Güney Anadolu’nun turuncu, ayvası, elması, kira­zı, portakalı, fıstığı, bademi, balı, kaymağı, üzümü… Karacaoğlan’ın şiirlerinde tat verir, bereketlenir.
Kara çadırları, beserek develeri, davarları, koyunları, kuzulan, Arap atları; at üstündeki yiğitleri; allı yeşilli birbirinden alımlı Türk­men kızları; ötüşen kuştan; buz gibi sula­rı; yemyeşil yaylaları ve ovalarıyla renkli göçebe yaşamının tüm doğal özelliklerini Karacaoğlan’da buluruz. İçinde yaşadığı 17. yüzyıl, Osmanlı toprak ve toplum düzeni­nin bozulduğu; gücüne göre herkesin bir yerleri kapıp mülk edinmenin yollarını ara­dığı; halkın ve köylülerin ekonomik güç­süzlükler içinde kıvrandığı bir dönemdir. Osmanlı toplum düzeninin halktan yana özelliklerinin zayıfladığı ve zaman zaman yok olduğu böyle bir dönemde, göçebe­lerin de bundan geniş ölçüde etkilendik­leri Karacaoğlan’ın bazı şiirlerinden anla­şılmaktadır, örneğin “Sultan Süleyman’a kalmayan dünya” dizesiyle başlayan bir destanında, yaşanılan haksızlıkların hesa­bının bir gün sorulacağı, dinsel bir yakla­şımla şöyle anlatılmaktadır:

“Bu dünyada adam oğluyum dersin,

Helâli, haramı durmayıp yersin,

Yeme el malını er geç verirsin,

iğneden ipliğe sorulur bir gün. Gökte yıl­dızların önü terazi,

Ülker ile aşar gider birazı,

Yarın mahşerde de sorarlar bizi,

Hak mizan terazi kurulur bir gün.”

Başka bir şiirinde “Rağbet kalmadı hiç yoksula bayda” (zenginde) diyor. “Kar­daştan kardaşa fayda yoğ imiş” diye yakı­nıyor, yaşanılan kötü günlerden.
Yer yer şiirlerinde göreceğimiz bu tür ya­kınmalar, eleştiriler, Karacoğlan’ın toplum­sal sorunlara tümüyle sırtını çevirmediğini gösteren örneklerdir. Yukarda söylediği­miz gibi, o iyimser bir kişidir; kötülüklerin, kara günlerin geçici olduğuna inanır:

“Naçar Karacoğlan naçar,

Pençe vurup göğsün açar,

Kara gündür gelir geçer,

Gamlanma gönül gamlanma.”

Karacaoğlan’ın şiirlerinde “din” ve “dinsel inançlar” önemli bir yer tutmaz. İslâm di­nine inanır. Ama bu dinin hangi mezhe­binden olduğu belli değildir. Halk, ona “ermiş” “evliya” gözüyle bakmış, mezarı sanılan yerlerde adaklar adamıştır. Kara­caoğlan’ın kendisine yakıştırılan bu dinsel sıfatlarla bir ilgisi yoktur.

ETKİLENDİĞİ ŞAİRLER

Karacaoğlan’ın yaşadığı dönem, Halk Edebiyatı’nın Divan Edebiyatından geniş ölçüde etkilendiği bir dönemdir. Arap ve Fars edebiyatlarının birçok nazım kuralla­rı, Divan edebiyatı yoluyla Halk edebiyatı­na girmiştir.
Karacaoğlan, bu etkinin dışında kalmıştır. Onun şiirlerinde Divan Edebiyatı’nın izle­rine rastlanmaz. Bunda, dışa kapalı, gele­neksel kültüre sıkı sıkıya bağlı bir göçebe yaşamının, bu yaşamın içinde bulunmanın payı büyüktür.
Öte yandan, Karacaoğlan’ın kendisinden önce yaşamış ya da çağdaşları olan halk şairlerinden etkilenmediği söylenemez. Obasıyla birlikte durmadan yer değişti­ren, Anadolu’nun birçok yerlerini dolaşan Karacaoğlan, kuşkusuz birçok saz şairiyle karşılaşmış, onlardan etkilenmiştir.
Onun şiirleri üzerinde duran uzmanlardan birçoğu, Karacaoğlan’ın öksüz Dede (17. yy), Köroğlu (16.yy), Âşık Garip (16-yy), Kul Mehmet (16.yy), Pir Sultan Abdal (16. yy) gibi halk şairlerinden dil, anlatım, bi­çim yönlerinden etkilendiği üzerinde bir­leşirler.
Karacaoğlan, çağdaşı olan Kayıkçı Kul Mustafa’dan da etkilenmiştir. Kimi uzman­lar, bu etkileşimin karşılıklı olduğunu da söylerler. Bu konuda özetle şu yargıya va­rılabilir: Karacaoğlan, daha çok, kendinden önce gelişerek bir çığır açan Âşık edebiyatından ve bu edebiyatın öncü âşıkla­rından etkilenmiştir. Çağdaşlarının etkisi pek görülmez. Çünkü kendisi çağının ön­cüsü durumundadır.

KARACAOĞLAN’IN ETKİLERİ

Karacaoğlan içinde yaşadığı topluluğun beğenilerine bağlı kalan bir şairdir. Bu topluluğun düşüncesini, duyarlığını şiir­leştirmiştir. Bu nedenle, yaşadığı dönem­de olduğu kadar, daha sonraki dönem­lerde de halk tarafından çok sevilmiştir, özellikle Güney Anadolu Türkmenleri ara­sında yayılan bu sevgi, zamanla bazı böl­gelerde (Mut, Gülnar) dinsel bir niteliğe bürünmüş, daha önce de belirttiğimiz gibi, Karacaoğlan’ı “ermiş” ya da “evliya” katma yüceltmiştir. Yaşamı ve kişiliği ile ilgili birçok söylenceler (efsaneler) orta­ya çıkmıştır. Türkmenlerin geleneklerine, bir de “Karacaoğlan geleneği” eklenmiştir, öyle ki, ondan bir şiir ya da türkü söyle­yememek, Türkmenler arasında “ayıp” sa­yılmıştır. Bugün bile, Toroslar’daki köyler­de, bu geleneğin geniş ölçüde yaşadığını görmekteyiz.
Türkmenler arasındaki bu erişilmez Kara­caoğlan sevgisi, onun yazılı bir kaynağı da­yanmayan şiirlerini, kuşaktan kuşağa ya­şatarak zamanımıza kadar getirebilmiştir.
Karacaoğlan’ın, geniş halk yığınları üzerin­de olduğu kadar, kendisinden sonra ge­len halk şairleri üzerinde de geniş etkile­ri olmuştur. Çağdaşları Gevheri ve Âşık Ömer’le başlayan bu etkilenme, zamanı­mıza kadar sürüp gelmiştir.
Karacaoğlan’ın derin etkilerini, özellikle Toroslar’da ve Güney Anadolu Türkmenleri arasında yetişen halk şairlerinde görürüz. Gündeşlioğlu (19, yy) ve Dadaloğlu (1785- 1865) bunların başında gelir. Öyle ki, bu iki şairin şiirlerini, Karacaoğlan’ın şiirlerinden ayırmak oldukça güçtür. Türkmenlerin en büyük boylarından biri olan Afşarlar, kendi içlerinden yetişip Osmanlı’ya karşı bir direnç öğesi durumuna gelen Dadaloğlu’nu da çok sevmişler, yakın benzerlikten dolayı, Karacaoğlan’ın birçok şiirini ona mal etmişlerdir.
Bunlardan başka, Karacaoğlan’dan dil, söy­leyiş (üslup), biçim, imge (imaj) vb. yönle­rinden etkilenmiş şu halk şairlerini de sa­yabiliriz: Aşık Hasan (ya da Hasan Dede, 17.yy), Âşık İsmail (?-?), Deli Boran (19.yy), Beyoğlu (19,yy), Hezari (19.yy), Ruhsatı (19..yy), Vahdeti (19.yy), İrfani (?-?).
Kısaca söylersek, Karacaoğlan, 16. yüzyılda büyük bir gelişme gösteren ve günümüze kadar bu gelişmesini sürdüren Halk ede­biyatımızın doruk noktalarından biridir. Yerel dili kullanıştaki ustalığı, halkının be­ğenilerini şiirleştirmedeki üstün başarısı ile Halk edebiyatımıza büyük kalkılan ol­muştur. Bunun doğal sonucu olarak, hal­kımızı ve onların sözcüleri durumundaki halk şairlerini de geniş ölçüde etkilemiştir.

Karacoğlan’ın Eserlerinden Bazıları:

Vara vara vardım ol kara taşa

Hasret ettin beni kavim kardaşa

Sebep ne gözden akan kanlı yaşa

Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi

Nicesinin gül benzini soldurdu

Nicelerin gelmez yola gönderdi

Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

 

Karac’oğlan der ki kondum göçülmez

Acıdır ecel şerbeti içilmez

Üç derdim var birbirinden seçilmez

Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

***

Sunayı da deli gönül sunayı

Ben yoluna terk eyledim sılayı

Armağan gönderdim telli turnayı

İner gider bir gözleri sürmeli

Sabahtan uğradım yarin yurduna

Dayanılmaz firkatine derdine

Yıkılası karlı dağın ardına

***

Aşar gider bir gözleri sürmeli

Ateş yanmayınca duman mı tüter

Ak gerdan üstünde çimen mi biter

Vakti gelmeyince bülbül mü öter

Öter gider bir gözleri sürmeli

Karacaoğlan kapınıza kul gibi

Gönül küsüverse ince kıl gibi

Seherde açılmış gonca gül gibi

Kokar gider bir gözleri sürmeli

 

Be felek senin elinden

Hem yanarım hem ağlarım

 

Gece gündüz ağlar gözüm

Başımı döğer ağlarım

Çağırırım gani deyi

Gel ağlatma beni deyi

Kimi görsem seni deyi

Yüzüne sakar ağlarım

Lutfeyle beyim urandır

Gözümün yaşı barandır

Kaygılı gönlüm virandır

Hicrimi çeker ağlarım

Karacaoğlan düştü derde

Gece gündüz yanar narda

***

Hak kadı olduğu yerde

Kabrimden çıkar ağlarım

Güzel Ne Güzel Olmuşsun,

Görülmeyi Görülmeyi,

Siyah Zülfün Halkalanmış…Aman Aman

Örülmeyi Örülmeyi.

Mendilim Yuğdum Arıttım,

Gülün Dalında Kuruttum,

Adin Ne İdi Unuttum…Aman Aman

Sorulmayı Sorulmayı..

 

Seğirttim Ardından Yettim,

Eğildim Yüzünden Öptüm,

Adın Bilirdim Unuttum…Aman Aman

Çağırmayı Çağırmayı.

Benim Yarim Bana Küsmüş,

Zülfünü Gerdana Dökmüş,

Muhabbeti Benden Kesmiş…Aman Aman

Sevilmeyi Sevilmeyi.

Çağır Karacaoğlan Çağır,

Taş Düştüğü Yerde Ağır,

Yiğit Sevdiğinden Soğur…Aman Aman

Sarılmayı Sarılmayı.

***

Gine Dertli Dertli İniliyorsun,

Sarı Durnam Sinem Yaralandı Mı.

Hiç El Değmeden De İniliyorsun.

Sari Durnam Sinem Yaralandı Mı,

Yoksa Ciğerlerin Parelendi Mi.

Yoksa Sana Ya Düzen Mi Düzdüler,

Perdelerin Tel Tel Edip Üzdüler.

Tellerini Sırmadan Mi Süzdüler.

Allı Da Durnam,Telli De Durnam,

Sinem De Yarelendi Mi.

Yoksa Ciğerlerin Parelendi Mi.

 

Havayı Ey Deli Gönül Havayı

Ay Doğmadan Şavkı Dutmuş Ovayı

Türkmen Kızı Gater Etmiş Mayayı

Çekip Gider Bir Gözleri Sürmeli

Kuru Kütük Yanmayınca Tütermi

Ak Gerdanda Çifte Benler Bitermi

Vakti Gelmeyince Bülbül Ötermi

Ötüp Gider Bir Gözleri Sürmeli

Dere Kenarında Yerler Hurmayı

Kılavuz Ederler Telli Durnayı

***

Ak Göğsün Üstünde İlik Düğmeyi

Çözüp Gider Bir Gözleri Sürmeli.

Karacoğlan Der Ki Geçti Ne Fayda,

Bir Vefa Kalmadı Ok İle Yayda.

 

Bugün çay bulandı yarın durulmaz

Yol ver dağlar ben sılama varayım

Karlı dağlar varayım

Zalım dağlar varayım

Muhabbetli yardan gönül ayrılmaz

Yol ver dağlar ben sılama varayım

Karlı dağlar varayım

Zalım dağlar varayım

 

Gurbet elde efkarım var zarım var

Sılada bekleyen nazlı yarim var

Bizi ayırana intizarım var

Karlı dağlar yaz gele

Zalım dağlar tez gele

Bizi ayırana intizarım var

Oy dağlar

Yol ver dağlar ben sılama gideyim

Karlı dağlar gideyim

Zalım dağlar gideyim

 

Ezeli de Karacaoğlan ezeli

Döküldü bağların gülü gazeli

Gurbet elde ben nideyim güzeli

Karlı dağlar güzeli

Zalım dağlar güzeli

Gurbet elde ben neyleyim güzeli

Oy dağlar

Yol ver dağlar ben sılama gideyim

Karlı dağlar gideyim

Zalım dağlar gideyim

***

Beni Kara Diye Yerme,

Mevlam Yaratmış Hor Görme,

Ela Göze Siyah Sürme,

Çekilir Kara Değil Mi?

Her Yoldan Gelir Geçerler,

Aktan Karayı Seçerler,

Ağalar Beyler İçerler,

Kahve De Kara Değil Mi?

Karac’oğlan Der Maşallah,

Birgün Görünür İnşallah,

Kara Donludur Beytullah,

Örtüsü Kara Değil Mi?

***

Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem,

Zülfü Perişanım Kal Melül Melül.

Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni,

Ağla Göz Yaşını, Sil Melül Melül.

Elvan Çiçekleri Takma Başına,

Kudret Kalemini Çekme Kaşına,

Beni Ağlatırsan Doyma Yaşına,

Ağla Göz Yasini, Sil Melül Melül

Yeter Ey Sevdiğim Sen Seni Düzet

Karaları Bağla,Beyazı Çöz At

O Nazik Ellerin Bir Daha Uzat

Ayrılık Şerbetin Ver Melül Melül

 

Karac’oğlan Der Ki Ölüp Ölünce

Bende Güzel Sevdim Kendi Halimce

Varıp Gurbet Ele Vasıl Olunca

Dostlardan Haberim Al Melül Melül

***

Üryan geldim gene üryan giderim

Ölmemeye elde fermanım mı var

Azrail gelmiş de can talep eyler

Benim can vermeye dermanım mı var

Dirilirler dirilirler gelirler

Huzur-ı mahşerde divan dururlar

Harami var diye korku verirler

Benim ipek yüklü kervanım mı var

 

Er isen erliğin meydana getir

Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir

Bana derler gam yükünü sen götür

Benim yük götürür dermanım mı var

Karac’oğlan der ki ismim öğerler

Ağı oldu yediğimiz şekerler

Güzel sever diye isnad ederler

Benim Hakk’dan özge sevdiğim mi var

***

Elâ Gözlerini Sevdiğim Dilber,

Göster Cemalini Görmeye Geldim,

Şeftalini Derde Derman Dediler,

Gerçek Mi Sevdiğim Sormaya Geldim.

 

Gündüz Hayallerim, Gece Düşlerim,

Uyandıkça Ağlamaya Başlarım,

Sevdiğim, Üstünde Uçan Kuşların,

Tutup Kanatlarından Kırmaya Geldim.

Senin Aşıkların Gülmez Dediler,

Ağlayıp Yaşını Silmez Dediler ,

Seni Biraz Saran Ölmez Dediler,

Gerçek Mi Sevdiğim Sormağa Geldim.

Mail Oldum Senin İnce Beline,

Canim Kurban Olsun Tatlı Diline,

Aşık Olup Senin Hüsnü Bağına,

Kırmızı Gülleri Dermeye Geldim.

 

Karac’oğlan Der Ki Gönül Doğrusu,

Gökte Melek, Yerde Huma Yavrusu,

Ben Sana Söyledim, Sözün Doğrusu,

Soyunup Koynuna Girmeğe Geldim.

***

Madem Dilber Meylin Yoğidi Bende,

Ezelinden İkrar Vermeye-Yidin.

Muhabbettir Güzelliğin Nişanı,

Uğrun Uğrun Bakıp Gülmeye-Yidin.

Siyah Saçlarını Eylersin Perde,

Beni Sen Uğrattın Bu Zalim Derde,

Ben Kendi Halimde Gezdiğim Yerde,

Çağırıp Yadigâr Vermeye-Yidin.

 

Karacaoğlan Der Ki Ey Mahı Mestim,

Kasla Göz Eylersin Bana Mi Kastin.

Severler Güzeli Darılma Dostum,

Darıldıysan Güzel Olmaya-Yidin.

***

Nedendir de suna boylum nedendir

Bu geceki benim uyumadığım uyumadığım

Yaman derler ayrılığın derdine

Ayrılık derdine doyamadığım doyamadığım

Dostun bahçasına bir hoyrat girmiş

Gülünü dererken dalını kırmış

 

Şurda bir kötünün koluna girmiş

Şu benim öpmeye kıyamadığım

Kömür gözlüm der ki sevdim sakındım

İndim has bahçeye güller sokundum

Bilmiyorum nerelerine dokundum

Belli bir haberin alamadığım

Karacaoğlan der ki yandım ben öldüm

Her deliliği ben kendimde buldum

Dolanıp da kavil yerine geldim

Kavil yerlerinde bulamadığım

***

Güzel Ne Güzel Olmuşsun,

Görülmeyi Görülmeyi,

Siyah Zülfün Halkalanmış

Örülmeyi Örülmeyi.

Mendilim Yuğdum Arıttım,

Gülün Dalında Kuruttum,

Adın Ne İdi Unuttum.

Sorulmayı Sorulmayı.

Seğirttim Ardından Yettim,

Eğildim Yüzünden Öptüm,

Adın Bilirdim Unuttum.

 

Çağırmayı Çağırmayı.

Benim Yarim Bana Küsmüş,

Zülfünü Gerdana Dökmüş,

Muhabbeti Benden Kesmiş.

Sevilmeyi Sevilmeyi.

Çağır Karacaoğlan Çağır,

Taş Düştüğü Yerde Ağır,

Yiğit Sevdiğinden Soğur.

Sarılmayı Sarılmayı.