KİLİSETEPE: İlçe merkezinin yaklaşık 20 kilometre güneyinde bulunan Kışla Köyü sınırları içindeki Maltepe Mevkii’nde yer alan höyük arkeolojik olarak Hitit imparatorluk topraklarını, Anadolu platosu üzerinden, Doğu Akdeniz dünyasına bağlayan yol güzergâhlarını kontrol eden Zeyne, Gülnar ve Aydıncık kavşağında, Kurtsuyu Vadisi’nin güney kenarındaki platoların birleştiği eski bir yola bakan noktada yer almıştır.
En eski yerleşim katı, İ.Ö. 3. bine tarihlenmektedir. İ.Ö. 1800’lü yıllarda Kayseri Kultepe ile bir ticari bağlantısı olduğu ortaya çıkmıştır. Akdeniz’e oradan da Kıbrıs’a olan bağlantısı ise şüphesizdir. Yerleşimin iki büyük yangın geçirdiği yapılan bilimsel kazılar sonucunda anlaşılmıştır. Bizans Dönemi’ne ait bir de kilise bulunmaktadır.
NURE (NURETTİN) SOFİ TÜRBESİ: Mut’un Yalnızcabağ Köyü Değirmenlik Yaylası mevkiindedir. İlçeye 55 km uzaklıktadır.
Mut-Ermenek karayolunun 30. km’sinde Çamlıca Köyü’ne ayrılınmakta ve Kapız Deresi vadisine inilmektedir. Buradan 10 km kadar Adras Dağının yamacına tırmandıktan sonra Yalnızcabağ Köyü’ne, köyden 13,5 km sonra da türbeye ulaşılmaktadır. Karamanoğulları Beyliği‘nin atası Nure Sofi (tahminen 1258 yıllarında) ölümünden sonra Yalnızcabağ Köyü Değirmenlik Yaylası’na gömülmüştür. Kitabesi bulunmayan türbenin yakın civarında eski yazılı mermer taşları olan mezarlar vardır. Türbenin içinde iki mezar bulunmaktadır. Değişik büyüklükte moloz ve düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş, üçgen kesitli bir çatı ile örtülmüştür. Doğusunda eğilerek girilebilen, açık duran bir kapı, batı dar cephesinde çatıya yakın bir yerde de dikdörtgen bir mazgal deliği yer almaktadır. Türbenin doğusunda namaz kılınarak dua edilen terkedilmiş yere ait duvar yıkıntıları durmaktadır. Vakıf kayıtlarından, Nure Sofi’nin daha sağlığında türbesi ve zaviyesi için Değirmenlik Çiftliği ve Değirmenlik Köyü’nde dokuz gözlü değirmen, Balabolu- Balayolu- çiftliği, Yalnızcabağ Köyü’nün yakınında bulunan Ömer Şah-Bayramşah-Şıh Köyü- çiftliği ile Oruçhan Çiftliği bu türbe ve zaviyeye gelir olarak vakfedilenler arasındadır. 2002 yılında Tabiat ve Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü tarafından Anıt olarak tescili yapılmıştır.
MAVGA KALESİ: Kozlar Yaylası yakınında Mut’ tan 16 km. uzaklıkta olup, sağlam kalan bir burcundaki kitabeye göre Alaattin Keykubat’ın emri üzerine 1230 yıllarında yapılmıştır. Sarp ve dik kayalar üzerine yapıldığından görünüşü ürperti vermektedir. Yüksekliği 150 m. dir. Kale içindeki odalar, ağırlar, yemeklikler, sulama tekneleri ve içi Horasan harcı ile sıvanmış su sarnıçları kayalara oyularak oluşturulmuş olup büyük emek harcanmıştır.
DAĞPAZARI KİLİSESİ (COROPİSSUS): İlçenin 35 kilometre kuzeyindedir. Antik ismi Coropissos olan kentin, Karaman’dan Silifke’ye inen antik yol üzerinde oluşu kente ayrı bir önem verildiğini göstermektedir. Etrafında sur ve burç kalıntıları olan bu antik kentin üç nefli, yarım kubbeli, apsisli bir kilisesi bulunmaktadır. Bu kiliseyi İmparator Zenon, 476’da tekrar imparator olması nedeniyle yaptırılmıştır. Kilisedeki orta nefin iki yanındaki birer kemer dizisi, burayı yan neflere ayırmıştır. Apsisin iki yanında, Korint üslubunda başlıklı payeler vardır. Kilisenin batı cephesi tamamen yıkılmıştır. Yapını önünde düzgün döşenmiş bir açıklık vardır. Bizans dönemine ait Kubbeli Kilise’nin apsisi ve bazı duvarları ayakta kalabilmiştir. Antik kentte hayıt ağacının kollarına asılmış çok sayıda hayvan ve geometrik desenlerle bezenmiş taban mozayiği göze çarpmaktadır. Yanında üç adet Heroon tipi anıt mezar oldukça yıpranmıştır. Köyün güneyindeki vadide ise kaya mezarlarının bulunduğu nekropol alanı vardır.
1875 yılında İngiliz gezgin Davis ve 1890 yılında Headlam ve W. Ramsay tarafından incelenmiş ve yapıların planları çıkarılmıştır. 1957-1958 yıllarında İngiliz Arkeolog M. Gough tarafından kazı yapılmış ve “Bazilika kalıntısı, yanında vaftiz binası, kilise yapısı (sadece temelleri görülebilmekte), sur dışında bazilika, Bizans dönemine ait bir ev” ortaya çıkarılmıştır.
Alanda, geniş bir şehir öreni içerisinde kale ve erken Bizans mimari üslubunda, muhtemelen MS 5. yüzyıl dönemlerine ait, üç nefli, yan duvarları ve apsisinin büyük bir kısmı ayakta kalmış kilise kalıntıları ile yine aynı döneme ait 15,00 x 5,50 ölçüsünde bir alanı kaplayan renkli taban mozaikleri bulunmaktadır.
Köyün tam içinde olan bu mozaiklerde çeşitli hayvan figürleri yanında geometrik motifler de yer almıştır. Bir kısmı ağılın içinde kalan bu mozaiklerin büyük kısmı dışarıda kalmaktadır. Dağpazarı Köyü’nün yaklaşık 500 m güneyinde tarla içinde Roma mimari özelliklere sahip Kilikya bölgesine özgü kareye yakın dikdörtgen planlı Heroon tipinde mezar bulunmaktadır. Mezarın, batı duvarı ve çatısı tamamen yıkılmıştır. Toprak yüzeyinden itibaren 12 sıra kesme taş örgüsüyle oktogonal duvar tekniğiyle örülmüştür. Duvarların birinde yere paralel olarak konulmuş kitabeli bir taş bulunmaktadır. Kitabenin konuluş itibariyle orijinal olmayıp devşirme olduğu sanılmaktadır.
Köyün, 350-400 m güneyinde Dikenlik Mevkiinde de Roma mimari üslubunda yumuşak cins kaya üzerine oyulmuş birer odalı kare ve kemerli pirizi olan Kaya Mezarları grubu bulunmaktadır. Mezar girişleri kuzeye bakmaktadır ve herhangi bir kabartma ve yazıya sahip değillerdir.
Köyde ayrıca halkın soğuk hava deposu olarak kullandığı üç adet sarnıç vardır. Bunlardan birisi kilisenin (önünde) hemen batısındadır. Dört gözlü olup üzeri tonoz kaplıdır. İkincisi kilisenin güneyindedir.
Üçüncüsü ise içi temizlenerek üstü kapatılmış ve köylülerce peynir deposu olarak kullanılmaktadır.
Geçmiş dönemlerde Dağpazarı’nın su ihtiyacı, 4 km uzaklıkta güneybatısından gelen suyolu ile sağlanmıştır. Bugün yer yer kemer kalıntıları ve izleri takip edilebilmektedir.
Dağpazarı Köyü yerleşim alanı, 1989 yılında III. derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescillenmiştir.
Eski adı Kestel olan bu yerleşim birimi şu an kullanılmakta olan Karaman- Mersin asfalt yolu yapılmadan önce (1950 öncesi) kullanılmakta olan eski kervan yolu üzerinde kurulmuş büyük bir yerleşim birimi imiş.
Büyük bir hamam kalıntısı, köylülerin at meydanı dedikleri hipodromu, biri tamamen yıkılmış üç büyük kilisesi, sarnıçı ve su kemerleri bulunan bazı araştırmacılar tarafından 30-35 bin kişinin yaşadığı tahmin edilen bir yermiş.
İngiliz seyyahı Davis 1875 yılının 23 Haziranında Göges ve Gödet üzerinden geçen eski kervan yolunu izleyerek Kestel’e gelerek bu Eski hristiyan şehri harabesini ziyaret etmiştir.
Davis etrafında kare plânlı burç kalıntıları görülen bir sur bulunan bu eski şehirde üç nefli ve yarım kubbeli apsisli bir kilise görmüştür. Bu binada orta nefin iki yanındaki birer kemer dizisi bunu yan neflerden ayırıyordu apsisin iki yanında korint uslubunda başlıklı pâyeler vardı ki Davis bunları yanlış olarak devşirme malzeme olduklarını sanmıştır. Kilisenin batı cephesi bugün tamamen yıkılmıştır.
Davis, Yapının önünde düzgün döşenmiş geniş bir açıklığın olduğunu, ayrıca kiliseye kuzey batısına bitişik bir yapıdan başka güney doğuda vadide bazı kemerleri duran bir köprü harabesi ve etrafta geniş bir nekropole işaret eden pek çok kaya mezarı ve lahit gördüğünü yazmıştır. Bu lahitlerden birini üzerinde bu şehrin adını belirten bir de kitabe tesbit etmiştir. Fakat seyyah öğrendiği bu adı açıklamaz ve kendisine saklar.
Bugün şehrin adının ne olduğu tartışmaları hâlâ sürmektedir. Bazı araştırıcılar Coropissos olabileceğini söylüyorlar. Bazıları ise Hieropolis olduğunu söylemektedirler. Kestel (Dağpazarı) 1890 ‘da A.C. Headlam, Sir.W. Ramsay ve Hogarth tarfından ziyaret edilerek buradaki kilise bir resmi ve tam planı ile tanıtılmış. Hâttâ Strzygowski bu yayına dayanarak onu meşhur kitabında ele almıştır.
Dağpazarı’nı 1954’te Amerikalı G. Forsyth yeniden incelemiştir. Forsyth’in görüşüne göre bu yapı Fransa’da Provence’ın Roma devri mimarisini hatırlatacak kadar batı yapılarına benzemektedir.(G.H Forstyh, Arhitectural notes on a trip through Cilicia”Dumbarton Oaks Papers”XI 1957 s.233-236) Nihayet 1957 ve 1958 de İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’n den M. Gough Dağpazarı’ nda belli başlı dört binada kazılar yapmış bunlardan birincisi yanında birde vaftiz binası olan bir basilica, ikincisi evvelce Davis ,Headlam ve Forsyth’in inceledikleri yapı, Ücüncüsü surların dışında kalan yine bir basilica ve dördüncüsü kasabanın ortasında Bizans çağına ait bir evdir.
Basilicada Gough güzel döşeme mozaikleri meydana çıkarmış ikinci binanın da mimarisi hakkında bazı buluşlar ortaya koymuştur. Ancak bu araştırıcının Ayrıntılı raporlarını elde etmek mümkün olmamıştır. Bulunabilen bazı raporları ise fazla açık değildir, yüzeyseldir.
Basilica: Üç nefli tek apsisli ve yanında da şapele sahip olan basilica Gough tarfından kazılarak meydana çıkarılmıştır. Döşemesinde bulunan İmparator Arcadius (395-408 )’un bir sikkesinden dolayı 4. yüzyılın sonlarına ait olarak tarihlendirilen bu bina 5. yüzyılın sonlarına doğru bir yangın geçirerek harap olmuş (bkz. Yusuf Ağa) fakat derhal tamir edilerek 6. yüzyıl sonları veya 7. yüzyıl başlarına kadar kullanımda kalmıştır. Bu sıralarda tekrar yanan basilica artık tamir edilemediğinden narthex kısmında çok perişan bir şapel yapılmış ve öylece kalmıştır.(Gough “Ark. dergisi” VIII s.6)
Basilicanınn korint tipi başlıklarından başka burada bilhassa narthex kısmında iki devre işaret eden güzel döşeme mozaikleri bulunduğu gibi bir sunak masası ile madenden bazı kilise eşyası da bulunmuştur. Narthex’in kuzey kısmının zeminini süsleyen mozaikler bina ile yaşıttır. Bulunan bir yazıdan bunların piskopos Johannes Elpidos tarafından yaptırıldıkdıkları öğrenilmiştir. Bu Mozaiklerde birbirlerine entrelaclar ile düğümlenmiş madalyonların içlerinde çeşitli kuşlar, bilhassa tavus, güvercin, ispenç tavuğu, keklik, ayı vs. vazolar ve sepetlerde elma,armut, nar gibi meyveler tasvir edilmiştir. İkinci devirde yani 5.yüzyılda yangından sonra Piskopos Longinos’un yenilettiği döşeme mozaiklerinde ise iki kulplu bir çanaktan fışkıran asma dalları kıvrımları aralarında yine çeşitli kuşlar, hayvanlar görülmektedir. Bu kanatlı hayvanların başlıcaları Güvercin pelikan ,leylek,,keklik, kuğu,ispenç tavuğu,tavuk,horoz olarak teşhis edilmiştir.
Bu güzel mozaikler bulundukları yıl her ne kadar çimento ile biraz sağlamlaştırılarak üzeri yeniden örtülmüş ise de 1970 yılında yer yer üstlerindeki toprak tabakası kalkmış ve mozaik taneleri sökülmüş bir haldeydi. Bu gün mozaiklerin üzeri açık bırakıldığı için tamamı sökülmüş harap olmuştur. Kazılar sırasında bu basilikanın yanında dikdörtgen planlı ve apsisi olan bir vaftiz binası meydana çıkarılmıştır. Zemini mozaiklerle süslü olan vaftizhanenin ortasında içine merdivenle inilen taştan bir vaftiz havuzu da bulunmuştur.
İkinci Kilise: Dağpazarı’nda ki diğer kilise Davis, Headlam ve Forsyt tarafından görülendir. Bugün ayakta olmayan sadece temelleri bulunan kilise de sağlam olduğu dönemde Gough tarafından bazı araştırmalar yapılmıştır. Narthexinde kırmızı beyaz mozaiklerin bulunduğunu bildirmiştir. O dönemde Nartex kısmının yıkılmış olduğunu ayet muntazam taşlardan örülmüş duvarlarda çatlaklar olduğunu bildirmiştir. Dağpazarı kilisesinin başka yapılarda olmayan en önemli özelliği her iki yan cephesinde de birer büyük kapısının bulunuşu kayda değerdir.
Ayrıca diğer bir özelliği de yan neflerin duvarlarında içten ikişer yarım yuvarlak nişin bulunuşudur. Duvarların bu kısmı dıştan bir pâye ile desteklenerek kuvvetlendirilmiştir.
Davis ve Headlam’n gördüğünden bu yana Dağpazarı kilisesi biraz daha yıkılmıştır. Headlam’ın yayınladığı fotoğrafta görülen apsis yarım kubbesini takip eden bema kemerinin dışarıdan çifte meyilli çatı şeklindeki örtüsü bugün artık yoktur. Orta nefin, doğu tarafında binanın kitlesinden taşarak yükselen duvarı da artık kaybolmuş, Pastophorion’ların dışarı meyilli örtüleri de oldukça zarar görmüştür.. Fakat yapı, çok muntazam alıştırmalı kesme taş inşaatını açıkça belli edecek surette hâlâ ayaktadır. Davis’in tarifinden öğrenildiğine göre iki sıra pâyeye bindirilmiş kemerleri vardır. Yan nefler, Forsyth’in de müşahade ettiği gibi beşik tonozludur. Forsyth orta nefin üstünün ahşap bir çatı ile örtülü olduğunu söyler fakat Gough açıkca olmasa da orta nefin üstünün bir kubbe ile örtülü olduğunu savunur. Buna göre Dağpazarı’ndaki bu kilise orta kısı yüksek etrafında üç kenarından onu saran dehlizler olan bir dehlizli kilise(Ambulatory chuch)dir. Gough bu yapıyı Kasr ibn-i Vartan yapısının benzeri olarak kabul etmektedir. Eğer Davis’in 1875’te gördüğü kilise bu ise -ki bu olması kuvvetle muhtemeldir- o tarihte henüz nefleri ayıran eksen boyunca sıralanan kemerlere sahip bulunuyordu. Gough’un kanaatine göre Dağpazarı’nın bu kilisesi de ortasında kule şeklinde yükselen, kubbe ayağı ve beşik tonozlu kanatlar ile Mezopotamya ve Isauria yapılarının bir karışımıdır. Orta nefte muhtelif yerlerde güzel döşeme mozaikleri bulunmuş olup bunların arasında bir Nar resmi dikkati çeker. Apsiste ise bir Confessio vardır.
Sur Dışındaki Basilica: Şehrin dışında ve dik bir yamaçta olan üçüncü basilicadan görünürde sadece kapı lentosu ile bazı duvar izleri vardır. Halbuki, 1958’de bu yapı temizlendiğinde apsisli narthexli ve üç nefli bir basilica olduğu ortaya çıktıktan başka zemininin tamamen zarif mozaikler ile süslü olduğu da anlaşılmıştır.Bema kısmında zengin bir çerçevenin içinde ortadaki dikdörtgen yanlardakiler kare üç pano yer almaktadır. Yanlardaki kare panolarda ustaca düzenlenmiş bir entrlac’ın içinde bir haç bulunmaktadır.ortadaki dikdörtgen panoda ise bir çanak (kantharos)’ın iki yanında profilden tasvir edilmiş birer kuzu tasvir edilmiştir.Dağpazarı eteğinden geçen akarsuyun üzerinde ise iki gözlü bir köprü veya su kemerinin kalıntısı ile bazı mağaralar vardır. Şimdi Adana Müzesinde bir rolik mahfazası 1959 ‘da yapılan kazı sırasında bu basilicanın bema kısmında bulunmuştur.
Ufak bir buluntu: Dağpazarı’ndaki kazılar sırasında ortaya çıkan en önemli ufak buluntu 5. yüzyılın ortalarına ait olarak tarihlendirilen ve kendi cinsi içinde en eski örnek olan bronzdan bir buhurdanlıktır.
Şimdi Adana müzesinde olan bu küçük kilise eşyası eser zincirlerle asılan altı köşeli bir buhur çanağı ile zincirlerin birleştiği yere takılan bir haçtan ve yukarı doğru uzanan fırdöndülü zincirden meydana gelmiştir. Köşeleri burmalı sütunçeler biçiminde bir mimari düzene göre şekillendirilen bu altıgen çanağın her bir yüzünde kabartma ularak bir figür vardır. Bu figürlerden biri İsa’yı ikisi birer meleği diğer üçü ise birer keşişi tasvir etmektedir. Başlarının üzerindeki bir yazı buhurdanlığın kiliseye Teodoros’un adağının yerine gelmesinin şükranı olarak sunulduğunu bildirir.
MAĞARAS KİLİSESİ: Mut’un 17 kilometre kuzeybatısında yer alan Özlü (Dorla) Köyü’nün hemen girişinden sağa ayrılan toprak yoldan 4,5 kilometre sonra kilisenin olduğu tepenin önüne gelinir. Yerleşim bin 350 metre yüksekliğindedir. alahan Manastırı’nın 15 kilometre güneyindedir. Tepedeki yerleşim güneydoğu – kuzeybatı istikametli olarak inşa edilmiştir. Kilisenin apsisinin sadece temelleri kalırken apsisin arkasında yer alansol taraftaki küçük yan oda biraz daha sağlam kalmıştır. Kapı lentoları üzerinde çerçevesi işlemeli çelenk içinde haç motifi bulunmaktadır. Tepe çok dik olduğu için taşlar aşağıya yuvarlanmıştır. Kilisenin taşları burada bulunan diğer yapıların taşlarından çok daha büyüktür. Taş bloklar çerçeve içerisine alınmış çentikli yüzeyli ve dikdörtgen tarzda şekillendirilmiştir. Yapılarda farklı taş işçilikleri gözlemlenmektedir. Diğer bir yapı da dıştan düzgün dikdörtgen planlı olarak görünmekle birlikte mekanın içinde üç Ana kaya oyularak yapılmış bir oda, bu odanın içinde niş ve su olukları vardır. Bu mekanın üstünde de sarnıç yer almaktadır. Yapılarda farklı taş işçilikleri gözlemlenmektedir. Diğer bir yapı da dıştan düzgün dikdörtgen planlı olarak görünmekle birlikte mekanın içinde üç yapraklı yonca planlı trikonchos yer almasıdır. bu mekanın içerisinde basamaklı ve nişli mekanlarda bulunmaktadır. Kilisenin doğusunda da asıl trikonchos cam bir kulp, yüzeyi koyu kahverengi sırlı, incecidarlı seramik parçaları, çok sayıda boyalı ve boyasız kremit parçaları sayılabilir. Kilisenin define avcıları tarafından tahrip edildiği gözlemleniyor.
ALAODA KİLİSESİ (MAĞARASI): Alaoda Mağarası büyük olasılıkla Alahan Manastırı’yla aynı dönemde inşa edilmiş ve onunla bağlantılı bir manastır. Sarp bir vadinin yamacındaki Alaoda Kilisesi’ne ulaşmak için Mut- Karaman karayolu üzerindeki tabelayı bulmak gerekir. Daha sonra 500 metrelik sarp bir patika yolu izleyerek, önce kilisenin bulunduğu vadiye, sonra da kilisenin bulunduğu mağaraya ulaşılır. Vadinin iki yamacında da kayalara oyulmuş mekânlar bulunmaktadır. Göksu Vadisi’ni kuşbakışı seyreden Alaoda Kilisesi’nin tabanı mozaik, duvarları fresklerle süslüdür. Ancak gerek mozaikler, gerekse de freskler büyük ölçüde hasar görmüş ve tanınmayacak duruma gelmiştir.
BALABOLU HARABELERİ (ADRASSUS): Mut’un batısında, 40 kilometre uzaklıkta Yalnızcabağ Köyü yakınlarında Değirmenlik Yaylası’ndadır. Oyuzuzun Deresi’nin aktığı vadinin doğusunda yer alan sarp yamaç üzerinde inşa edilen ören yeri, yüzey bulguları itibariyle erken Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğunu göstermektedir. Vadiye paralel bir şekilde yayılan ören yerinde ilk dikkati çeken şey nekropol (mezarlık) alanıdır. Kaya içine oyulan ve lahit tipinde yapılan mezarlar sıklık ve anıtsallıkları ile ilginçtir.
Mimari unsurları oldukça tahrip olan ve kaba yığma görünüm alan akropolde muhtemelen Roma dönemlerinde yaşandığı sanılmaktadır.
Ören yerinde, kaya içine oyulmuş lahit mezarlar ile hipoje türü kopya edilen yarım daire şeklinde kaya içine oyulmuş içinde sabit tekne ve hareketli kapağı bulunan bir mezarın tespiti yapılmıştır. Nişin dik yüzünde erken Bizans dönemi haç işaretleri ile Grekçe kitabeler gözükmektedir.
Dikdörtgen prizma şeklinde kapağı düşmüş, yan yüzleri j&ğte” kabartmalı lahit teknesi, süsleme pl£-bakımından en iyi lahitlerden biridir. Bir başka lahit teknesi yine dikdörtgen prizma şeklinde ve bir yüzünde çift balta motifinin işlendiği mezar ve üzerine aslan kabartması işlenmiş lahit kapağı ile derin niş içinde ve dışında kabartmalı lahit grubu bulunmaktadır.
Adrassus antik kentinin akropolünde yer alan dikdörtgen plan ölçüsünde karşılıklı iki girişi olan ve kaya içine oyulan mimari kalıntılar kayaya oyularak kazandırılan mekânlardan biridir. Ören yeri akropolünün güney yamacında da kaya içine oyularak oluşturulan, dış yüzü sıvalı, üzeri kesme taşlarla tonoz kemer tekniğinde harç kullanılmadan yapılmış sarnıç, kayalık alanlarda akropol ile nekropol arasında hareketi sağlayan, kalker kaya içine rampa ve merdiven sistemi uygulanarak yapılmış bir yol ile akrapolinden güney dik yamaçta da doğu batı istikametinde seyreden duvar kalıntıları, yer yer yıkılarak zemin seviyesinde görünüme sahip olan duvarın kalıntıları bulunmaktadır. Araştırmalar, Adrassus kentinin, erken Roma döneminden kalma bir yerleşim olduğunu göstermiştir.
SİNOBİÇ (DALİSANDOS): İlçenin kuzeyinde Yeşilyurt Köyü’nün sınırları içerisinde, Ardıçlıtepe mevkiindedir. Mut’a 6 km uzaklıktadır. Doğal kayalık tepe üzerine kurulmuştur. Yerleşim güney ve doğu tarafta eğilimli tepe üzerindedir. Tepe üzerinde bol miktarda Helenistik, Roma, Ortaçağ seramiği, iki adet sarnıç ve temel izleri mevcuttur. Tepenin güney yamaçlarında bol miktarda tabula ansatalı Roma lahit mezarlar vardır. Sinobiç, Aziz Paulus’un vaaz verdiği ve adı incildede geçen,önemli bir erken Hristiyanlık merkeziydi. XIX.yüzyıl boyunca değişik yerlerde aranan Dalisandosu Houwink ten cate, Mut’un 6 kilometre kuzeyinde Sinobiç kalıntılarına lokalize etmiştir. İki adet su sancınının da bulunduğu bölgenin adı bazı literatürde Dalisandos olarak geçmektedir. Henüz bu isim kesinlik kazanmamıştır. 1993 yılında Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nca 1. derece Sit Alanı olarak tescillenmiştir.
TAŞHAN: Taşhan, iç havlu etrafında, 39 odası bulunan, revaklı kesme taştan bir yapıdır.
Dışardan kesme taş kaplı duvarları bulanan hana, güney cephedeki kapıdan girilmekte, basık sivri kemerli giriş kapısından beşik tonozlu dehlizle geniş avluya ulaşılmaktadır. Handa odaların önü kemerli revaklarla çevrilmiştir ve revakların üzeri beşik tonozlarla örtülüdür. Revakların kemer dikmeleri (payeleri) otuz tane olup yığma taştan yapılmıştır. Her odada bir kapı, bir ocak ve iki de açık dolap (niş) yeri bulunmaktadır (Bunlardan birinin pencere olduğu dışardan moloz taşlarla kapatılmasından anlaşılmaktadır). Han odaları dikdörgen şekilde olup dört köşedeki dört oda kare biçiminde yapılmıştır. Bu odalarda ikişer ocak ile ikişer tane açık dolap yeri vardır. Doğu yönde bir oda yerini dolduran ahır kapısı kapatılmış, han odasına döndürülmüştür. Hanın katırlık denen ahır bölümü kaldırılmıştır. Batı odaları arasında minare merdiveni görünümünde dama çıkmak için inşa edilmiş taş basamaklı bir merdiven vardır. Burası kapatılmıştır. Doğu yüzünde merdivenin tam karşısında açılan daha geniş bir kapı, şu an kapatılan katırlık denilen ahır kısmına geçişi sağlar. Giriştn her iki tarafına bilahare ilave edilen sivri kemerli dükkanlar cephe görünüşünü değiştirmişlerdir. Kuzey yüzde odalardan biri yıkılarak kapıya çevrilmiş ve binaya ikinci giriş temin edilmiş, buradan Belediye Meydanı ve ana cadde ile birleştirilerek giriş-çıkış sağlanmıştır. Hanın doğusunda kuzey köşede han üzerinde değişik zamanlarda evler ilave edilerek karakteri değiştirilmiştir. Sonradan inşa edilen evlere çıkılmak için eski giriş kapısı içinde sağlı sollu taş basamaklı, çimento kaplı merdivenler yapılmış ve giriş kapısının büyük kemeri üzerindeki duvar delinerek açılan kapı ile hanın damına çıkış sağlanmıştır. Hanın ortasında altıgen taş bir havuz bulunmaktadır. Selçuklu geleneğinin devamı bir eser niteliğinde olan hanın, beylikler devrinin intikal karakterini belirtmesi ve Karamanoğulları devri sivil mimarisinde de bir hanın varlığını göstermesi bakımından değeri büyüktür. Bir dönem, Cuma günleri pazar yeri olarak kullanılan; manavıyla, kasabıyla Mut halkına hizmet vermiştir.
DAĞ CAMİİ: Dağ Camii, Mut’un 2 km güneybatısındadır. Selçuklular dönemine ait olduğu (11. yy. sonları) sanılmaktadır. Çevredeki devşirme taşlarla yapılmıştır.
KIZIL MİNARE: İlçe merkezine 38 kilometre uzaklıktaki Tekeli Köyü’nün bir kilometre batısında, eski bir yerleşim alanı olduğu Osmanlı arşiv belgelerinde de ifade edilen alanda bulunan; hangi dönemde yapıldığı ve mimari özelliği hakkında henüz Hiç bir çalışma yapılmayan caminin, rengi nedeniyle bu adı aldığı sanılmakta.
TUĞRUL CAMİ: İlçe merkezine 24 kilometre uzaklıktaki Tuğrul Köyü’nde bulunan cami; Osmanlı mimari üsluplu, kare planlı minaresiz bir camidir. Batıda içice iki kemerle tezyin edilen nisbeten küçük ve ahşap bir kapısı bulunmaktadır. Bir sıra kemerle iki nefe bölünen caminin mihrabı kademeli yumurta firizleriyle derinleştirilmiştir. Yanlarda birer çiçek rozeti bulunmaktadır. Kesme taşlardan yapılmış on basamaklı mimber yer almaktadır. Bu minberin altında minyatür bir geçit bulunmaktadır. Camiye girişteki kapının hemen üstünde, üç kitabe yer almaktadır. Kuzey duvara bitişik bir merdivenle dama çıkılmaktadır. Caminin, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet zamanında ilk defa tamir edildiği belirtilmektedir. Bilinen 2. tamiratı ise 1970 yılında yapılmıştır. Batı duvarının bir kısmı yeniden onarılarak tavan kontraplak kaplanmıştır. Cami avlusunda İslami Mezar kalıntıları bulunmaktadır. Avludaki mezar, Osmanlı mimari üslubuyla kesme taşlardan lahit şeklinde yapılmıştır. Baş ucundaki hece taşı stilize sarık şeklinde diğer hece taşının ucu oval işlenmiştir. Kime ait olduğu bilinmeyen ve baş ucu hece taşında 1929 tarihi yazılı olan mezar, bölgede lahit tipi ender islami mezarlardan biri olduğundan önemlidir. Ayrıca cami avlusunun güney-batısında yer alan iki mezar grubu bulunmaktadır. Bunlardan birinin bir kadıya ait olduğu söylenmektedir. Baş hece taşı sarıklı, ayak hece taşı ise stilize kademeli olarak işlenmiş, harçsız düz taşlarla örülmüştür. İkinci mezarın kimliği belli değildir. Özel olarak hazırlanmış kesme taşlarla lahit şeklinde inşa edilmiştir. Baş hece taşındaki kitabe okunamamış ancak kitabenin altında 1357 tarihi görülmektedir.
DEMİRKAPI KALESİ: İlçe merkezine 45 kilometre uzaklıktaki Demirkapı Köyü’nde bulunmaktadır. Demirkapı Kalesi’nin Frikler döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Kalenin içinde hamam ve yaşam yerleri mevcuttur. Kalede oturulan bölümlerin tabanını oyarak mezarlarını konulmuştur. Kalenin içinde çolak kral veya papaz olduğu tahmin edilen resim bulunmaktadır. Kalenin alt girişinde Demirkapı bulunmaktaymış. Kalenin demir kapısının 1940’lı yıllarda Karamanlı köylüler tarafından sökülmüş, kapının yeri halen bellidir. Kalede kapı girişinden sonra 1 kat bulunmaktadır. 30 metre yüksekliğe taş merdivenle kalenin yerleşim alanına çıkılmaktadır. Ancak bu merdivenler yıkılmış ve harabe halindedir. Günümüzde ancak ağaç merdivenle ulaşılabilmektedir. Kalenin üstünde mezarlar ve ören yerleri bulunmaktadır. Kalede bulunan mağara yaklaşık 500 metre uzunluğundadır.
Bir diğer tünel ise 1 kilometre uzunluğundadır Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Ihlara vadisiyle aynı zamanda burada yaşandığı tahmin edilmektedir.
SERTAVUL HANI: İlçe merkezine 38 kilometre uzaklıktaki han Mut-Karaman karayolunun Toras Dağları’nı aştığı en yüksek nokta (Şeyh Yunus Tepesi’nin yanı) Sertavulbeli’nin Mut tarafında yer almaktadır. Özellikle kış aylarında yolcuların çok sıkıntı çektiği bu bölgede, insanların korunabilmesi amacıyla hem Mut hem Karaman tarafına 5’er kilometre arayla tonoz örtülü birer han yapılmıştır. Han, Selçuklu Hükümdarı I. Alâeddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır. Hanın, 1950 yılına kadar sağlam olduğu bilinmekte, daha sonraları yarısından fazlası yıkılıp, kitabesi kaybolmuştur.
DİĞER HANLAR: Gençali Köyü’nün yaklaşık 1 kilometre doğusunda; kuzeydoğu kuzeybatı doğrutulsunda sıralanmış yan yana dört dikdörtgen mekan görülmektedir. Moloztaş tekniğinde inşa edilen yapı içte ve dışta harap haldeki yapının duvarlarında kullanılan kesmetaş kaplamalar yapı malzemesi olarak kullanılmak üzere köylüler tarafından sökülmüştür. Bu taşlar ancak yerden 50 santimetre yüksekliğinde bir alanda mevcuttur.
Yapının bugünkü haliyle yöresel koşullara göre biçimlenmiş, XIX, yüzyıl sonlarına tarihlenmektedir. 1994 yılında Tabiat ve Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü tarafından harabe kalıntısı olarak “anıt” ilan edilmiştir.
HOCANTI KÖPRÜSÜ: Derinçay (Hocantı) Köyü’nün girişinde, Göksu Irmağı üzerinde doğrultusunda inşa edilmiştir. XVIII.-XIX. yüzyıl Osmanlı mimari üslubunda yapılan köprü, moloztaş dolgu üzeri kesmetaş kaplama tekniğinde, yaklaşık 4 metre genişliğindedir. Yapının üzerine özgün haline aykırı olarak beton atılmıştır. İki gözlü harpuşta bir köprüdür. Birbirinden farklı büyüklükteki köprü gözleri yuvarlak kemerlidir. Ortadaki köprü ayağına kuzey yönünde köprüye destek amacıyla 5,5 – 6 metre yüksekliğinde yuvarlak profilli ve kademeli bir şekilde üste doğru daralan destek elemanı örülmüştür. 1994 yılında Tabiat ve Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü tarafından Anıt olarak tescili yapılmıştır. Köprünün Karamanoğulları döneminde (Hocantıoğlu ailesi tarafından) yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
KIRAVGA KÖPRÜSÜ: İlçe merkezine 45 kilometre uzaklıktaki Göksu Beldesi’ndedir. Göksu nehri üzerine kurulmuş üç metre genişlikte, yaklaşık 50 metre boyunda, iki büyük kemerli taş köprüdür. Göksu’da su içine yapılmış iki ayak tarafından taşınmaktadır, iki ayağı birbirine geniş bir kemer bağlamaktadır. Orta ayaktan sol kıyıya doğru ikinci büyük açıklığı olan taş kemerin diğer ucu karaya bağlantılı kemer ayağına basmaktadır. Büyük orta kemerin sağında bir ucu karaya bağlantılı üçüncü ve daha küçük bir kemer bulunmaktadır. Tüm köprü kesme taştır. Üst kısımlarda onarımlar nedeniyle düzgün kesme taşlar azalır. Köprü zemini enine uzatılmış ardıç ağaçlarının üzerine taş döşemelidir. Selçuklu dönemi eserlerinden olduğu tahmin edilen köprü ilçedeki taş köprülerin en büyüğü olarak ihtişamlı bir görünüme sahiptir. Köprünün yanına yeni köprü yapıldığı için araç trafiğine kapatılmıştır. Köprünün, 1995 yılında Arkeolojik Sit olarak tescili yapılmıştır.
YAPINTI KÖPRÜSÜ: Mut-Karaman yolunun 6. km’sinde Pirinç Suyu üzerinde kurulmuş bir köprüdür. Kitabesiz olan köprü üç göz üzerine inşa edilmiş, orta ayakların suyun geldiği tarafları “Domuz Burnu” denen bir teşekkülle sağlamlaştırılmıştır. Kesme düzgün taşlarla yapılmış olan köprünün Osmanlı devri eseri olduğu, içel Mutasarrıfı Hacı Sunullah Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Sel felaketi nedeniyle yıkılan köprü 1860’da yeniden yaptırılmıştır. Köprü, 1980 yılında Kültürel Eser olarak tescillenmiştir.
GENÇALİ KÖPRÜSÜ: İlçe merkezine 8 kilometre uzaklıktaki Gençali Köyü’nde Pirinçsuyu üzerindeki kemerli köprü mimari yapı itibariyle Kıravga Köprüsü’yle benzerlik göstermektedir. Anayol güzergahının kuzeyinde kalması bu köprünün yükünü hafifleterek sağlam kalmasında etkili olmuştur.
SÖĞÜTÖZÜ KÖPRÜSÜ: Dağpazarı Köyü’ne bağlı olan Söğütözü Yaylası’nda bulunmaktadır. İlçe merkezine 26 kilometre uzaklıktadır.
Roma dönemine ait olduğu bilinmektedir.Köprüyle ilgili başkaca elde bilgi bulunmamaktadır.
ÇÖMELEK KÖPRÜSÜ: Göğden Kanyonu içinde yer alan Çömelek Köprüsü ilçe merkezine 42 kilometre uzaklıktaki Çömelek Köyü’nde bulunmaktadır. Mut-Çömelek Köyü yolunu bağlayan köprü, iki yamaçtaki ana kayalara dayanan, tek gözlü olarak çeşitli büyüklükteki kalker taşlarla inşa edilmiştir. Orijinal yapımı sırasında bölgedeki diğer köprülerle aynı özellikte geçiş yolu “harpuşta” olarak yapıldığı düşünülmektedir.
Günümüzde yol yapımı sırasında yol düzleştirilerek asfalt ile kaplanmıştır. Köprünün koruma alan sınırı 200’er metre olarak belirlenmiş ve 2000 yılında Tabiat ve Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü tarafından “anıt” olarak tescil edilmiştir.
EŞEKÇİ KÖPRÜSÜ: Göğden Deresi’nden geçişi sağlayan kalker taşlarla inşa edilmiş tek gözlü “harpuşta” köprüdür. Kanyon içinde rastlanan Keben Köprüsü ve Çömelek Köprüsü ile aynı özelliklerde ve aynı dönem yapılmıştır. Orijinal halini bozacak herhangi bir onarım geçirmemiştir. Eşekçi Köprüsü’nün de koruma alan sınırı 200’er metre olarak belirlenmiş ve 2000 yılında Tabiat ve Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü tarafından “anıt” olarak tescil edilmiştir.